Bir Ütopya: Boğaziçi'nde Yaşam

Bir Ütopya: Boğaziçi'nde Yaşam
  • 0
    0
    0
    0
  • Boğaziçi’nin büyülü havası İstanbul’da yetişen bütün medeniyetleri büyülemiş, bunun sonucunda hem boğazın sularına hem de karşı karşıya duran kıyılara yüz binlerce şiir ve şarkı yazılmıştır. Boğazın bir kültür haline getirilişinin en somut örneğinin Abdülhak Şinasi Hisar’ın eserinde anlatıldığını görürüz. Hisar’ın Osmanlı’nın son dönemlerindeki İstanbul’u anlattığı “Boğaziçi Mehtapları” adlı eseri, bize orada yaşayan insanların meydana getirdiği kültürü ve gelenekselleşmeyi gösterir. Boğaziçi Mehtapları isminin çıkış noktası ise geceyi aydınlatan ay ışığı eşliğinde Boğaziçi’nde gezintilerin düzenleniyor olmasıdır. İstanbul’un iç kesimlerinde hayatını sürdüren şehrin sakinleri bahar aylarının gelmesiyle boğazın köyleri denilen sahil kesimindeki evlerine inerler. Buradaki mimari yapılar genellikle yalılar olurken yalıların en göze çarpan bölümü ise salonlarıdır. Uzun ve geniş salonların bir camı denizi gördüğü gibi diğer camı ise mutlaka arka taraftaki yeşilliği bol ormanı görürdü. Büyük ve fazlaca odaya sahip yalılarına inen sakinler ise varlıklı aileler olurdu. Boğaziçi’ndeki gezintilerin en keyifli olduğu zamanların bahar aylarında başlayıp sonbaharın ortalarına doğru son bulmasının üzerine dönemin Boğaziçi sakinleri gezintilerini ve bu aylarda ve mehtap ışığının büyülü havasından dolayı akşamları düzenlemeyi uygun bulurlardı. İnsanların hemen hemen hepsinin birbirini tanıması bu gezintileri samimi ve daha eğlenceli hale getirir, teknelerde sazlar ve sözler eksik olmazmış. Gezintiler ise yıllar boyu düzenlendikçe gelenekselleşmiş ve kış aylarında dört gözle bahar aylarının gelişi beklenir hale gelmiş. Bu eğlencenin o insanların ruhlarına etkisini Hisar şu sözleriyle anlatmıştır; “Buradaki kadınların ve erkeklerin remizden anlayan gözleri bu güzelliklerin birer zerresini bile kaçırmıyor ve bu tiryakiler onların her yudumunun keyfini çıkarıyorlardı. (…) Elbette bu insanlar kendilerinin Boğaziçi kadar derin ve onun suları kadar canlı binlerce duyguların ve düşüncelerin birleşip hasıl ettikleri bütün bir telakki ve itikat denizinde yüzdüklerini duyuyorlardı. Bu terkibine su, mehtap, bülbül sesi ve saz karışan nazik bir medeniyetti ve Allah’la uyuşmuş bir dünya içinde yüzen bu bahtiyarlar şüphesiz, kendilerine bir musikî gibi gelen ve kendilerini bir hava gibi saran bu medeniyet sayesindedir ki, talihlerini sevmiş, kabul etmiş ve ona baş eğmiş, rahatlarını bulmuş olarak yaşıyorlardı. Hisar’ın anlattıklarına göre; sazlı sözlü bu eğlenceleri boğazın varlıklı sakinlerinden paşalar ya da hanımlar tertip ederken, bu varlıklı insanlar düzenledikleri gezintinin her ayrıntısını düşünür, insanların en iyi şekilde vakit geçirebilmelerini sağlarlarmış. İnsanların seyahat ettikleri teknelere onlarca yiyecek ve içecek sunan bu varlıklı insanlar teknelerdeki bu yiyecek masalarından meyveleri, mezeleri ve içkileri eksik etmezdi. İnsanların toplandığı bu tekneler durumu olmayanlara özel kiralanır, bu gezintiyi düzenleyen kişi adeta bir seferberlik halinde hiçbir şeylerini eksik etmezdi misafirlerinin. Gezi teknelerinin yanında saz heyetinin bulunduğu en az bir tekne de bulunurdu. Fakat bu sıradan bir saz heyeti olmanın çok ötesinde o yıl seçilmiş en iyi saz heyeti olmasına özen gösterirdi gezi sahibi veya sahibesi. İki kıyı arasında gidip gelen gezi rotası bazı yalıların verandalarına uğrar oralarda ayrı müzik şölenleri sunulurdu. Büyülü bir havasının oluşmasında belki de en çok rol sahibi olan kısmı ise bu gezilerin bir sükût bölümünün olması olurdu. Bütün sazların sustuğu insanların kendileriyle baş başa kaldığı bu büyülü zaman diliminde herkes kendi dünyasıyla boğazı harmanlar, duygu ve düşüncelerini bazen gözlerini tabiatta dolaştırarak olgunlaştırır bazen de gözlerini kapayarak tümden iç dünyasına dalardı. Bu sessiz anlarda genç kız ve genç erkekler birbirinin gözlerini bulurken müziğin başladığı ve yine insanların aşk içine daldıkları zamanlarda ise şanslılarsa el ele tutuşabilirlerdi. Tabiatın ve insan doğasının eşsiz uyumunun yakalandığı bu geceler oldukça maliyetliydiler ve yıllar geçtikçe yaşanan savaşlar ardından gelen paşa ve hanımların devrinin yavaş yavaş son bulması bu gezintilerin de son bulmasına sebep olmuştur.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.