Bir Stefan Zweig Klasiği: Korku

Bir Stefan Zweig Klasiği: Korku
  • 2
    0
    0
    0
  • 28 Kasım 1881 yılında Viyana’da dünyaya gelen Stefan Zweig; roman, şiir, öykü, deneme ve oyun gibi farklı türlerde başarılı eserler vermiştir. Çocukluğundan ölümüne dek Avrupa’nın değişen hızlı yapısına şahit olmuştur. Yazarlık hayatının 1920’li ve 30’lu yıllarında Alman edebiyatının en çok okunan yazarlarından birisi olmakla birlikte eserleri milyonlarca baskıya ulaşmış ve elliyi aşkın dile tercüme edilmiştir. 1920-1928 yılları arasında yazdığı Üç Büyük Usta, Kendi Hayatının Şiirini Yazanlar, Kendileriyle Savaşanlar büyük ses getirdi. 1933’te Nazi buhranında eserleri yakılan Zweig, bu olaydan sonra ülkesini terk ederek Brezilya’ya yerleşti ve ne yazık ki karısı ile birlikte 1941 yılında  intihar ederek çift hayatlarına son verdi. Viyana’da varlıklı ve kültürlü bir ailede doğup büyüyen Zweig, küçük yaşlardan itibaren edebiyat ve kültür alanında eğitim görmeye başlar. İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Latince ve Yunanca öğrenmiştir. I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde savaş karşıtı yazılarıyla gündeme gelen Zweig, savaşın anlamsızlığı, yarattığı karamsar ortamı kavrayarak kalemiyle pasifist bir tutum sergilemeye başlar. 1916 yılında yayımlanan "Babil Kulesi" (Der Turm zu Babel) ve 1918 yılında yayımlanan "Zorlama" (Der Zwang) bu dönemin ürünü savaş karşıtı yazılarındandır. Dönemin trajedisini, cephede yaşanılan acıları "Yeremya" (1917) adlı oyun ile anlatmaya çalıştı. "Yabancı Ülkedeki Dostlarıma" başlıklı bir açık mektup yayımlayarak savaşı kınadı. Yahudi asıllı olmasından ötürü Nazi döneminde kara listeye alınan Zweig, bu dönemde dahi eser yayınlamaya devam etti fakat hayatını sonlandıracak buhrandan kaçamayıp 22 Şubat 1942 yılında eşiyle birlikte intihar etti. Zweig’i çoğumuz modern klasiklerden biri olan Satranç romanıyla tanırız. Freud’un psikanaliz düşüncelerini karakterlerin iç portresini yansıtmakta biçilmiş bir kaftan olarak gören Zweig, adeta Korku romanında da başkarakterin (Irene) yaşadığı bunalımı ve iç muhasebeyi bize bu akış sayesinde aktarır. Irene sekiz yıllık evli, burjuvazinin tüm tatlarına erişmiş, rahatına düşkün fakat heyecan arayan bir kadındır. Kendini bu sekiz yılın korunaklı yaşamından kopararak genç bir piyanistin kollarına atıp gizli bir aşk yaşamaya başlar ve olaylar bundan sonra gelişir. Fakat Irene bu gizli aşkı yaşarken yakalanır ve kendisine acımasızca şantaj yapacak olan bir kadınla karşı karşıya kalır. Bu korku onu yaşadığı dünyadan koparıp soğuk, arkası karanlık kapılara doğru iter. Kendi içinde çıkmaza giren kadın, pişmanlık ve korku duygularının esaretinden kurtulmanın yollarını aramaktadır. Ne yazık ki şantajcı kadın onu ilahi bir göz gibi izlemekte ve Irene’nin elini kolunu bağlamaya devam etmektedir. "İçerideki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır.’’ -Sf:56 Geçtiği tüm yollar, konuştuğu tüm kelimeler kadına bir düğüm olmakta ve git gide çıkmaza girmektedir. Korku ateşini içinde bir türlü söndüremeyen Irene, çocuklarına ve kocasına daha fazla ilgi gösterip ideal anne, ideal eş olmaya çalışmakta, daha önce yaşadığı güzelliklerin hep ona verildiğini kanıksayıp kendisinin ise bu hayatı boyunca sadece alıcı olduğu, göz boyayan burjuvazi yaşantısında kocasının gözlerindeki aşkı yeni yeni görmeye başlar. Bu aşk onun içindeki kaybetme korkusunun tetiğini çekmeye yakındır. Kocasını aldatan kadın artık uçurumun kıyısında, yaşamın zenginliğini yeni kavrayan bir bebek kadar mahzundur. "Eskiden elinin tersiyle yittiği pek çok sey, şimdi gözüne müthiş gerekli gözüküyordu.’’ Bir gün çocuklarına tutumlarından ötürü ceza vermek isteyen kocasını cezasını sert bulan Irene, yine bu konuda eşiyle tartışır ve eşinden duyduğu sözlerle iç muhasebesine geri döner. "Korku cezadan daha berbattır, çünkü ceza bellidir, ağır veya hafif; bilinmeyene, sınırlandırılmışsa kıyasla ceza, daha az ürkütür. Cezasının ne olduğunu anlayınca kız rahatladı. Ağlaması seni şaşırtmasın: Gözyaşları şimdi dışarıya akıyor, daha önce içeride birikip kalmıştır. İçerdeki gözyaşları dışarı akandan daha fenadır." Okuyucu tarafından sevilen ve klasik olarak kabul görmüş bu eser, hepimizin belki de en insani yönümüzü; korkularımızı yüzümüze vurmaktan çekinmemektedir. Belirsizliğin deştiği o sonsuz yıkım, bir kadını günden güne tüketmekte ve azabını artırmaktadır. Sürpriz sonla biten kitap, bizlere en kötü sonucun belirsizlikten daha iyi olduğu anlatmakla kalmaz, insanın kaybetme korkusuyla baş başa kaldığı anları da gözler önüne serer. Irene’in ağrısı aslında hepimizin ağrısıdır çoğu zaman, ve en çok yakınımıza yaşattığımız kötü şeylerin bilincinde olarak azap içinde yola devam ettiğimiz durağımızdır belki de. Peki ya Irene şantaj olmasaydı gerçekten hatasını kavrayabilecek miydi, yoksa korkunun ağına bir gün zaten düşecek miydi?

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.