Bir İmparatorluğun Gözbebeği: Topkapı Sarayı

Bir İmparatorluğun Gözbebeği: Topkapı Sarayı
  • 3
    0
    0
    0
  • Osmanlı Devleti kuruluş yıllarından itibaren yönetim merkezi olarak sarayları kullanmayı tercih edecek ve bu doğrultuda mimari faaliyetlerini sağlam bir şekilde gerçekleştirerek yüzyıllar boyunca ayakta kalabilen görkemli yapılara imza atacaktı. Ancak İstanbul’un fethinden önce mütevazı bir anlayışla inşa edilen Bursa ve Edirne Sarayları çeşitli sebeplerden ötürü günümüze kadar varlıklarını sürdürmeyi başaramadılar. İstanbul’da yapılan Topkapı Sarayı ise çok daha köklü bir gelişimin ürünü olarak bugün dahi tüm heybetiyle yükselmeye devam ediyor. Osmanlı’nın 400 yıl boyunca idare merkezi olarak kullandığı bu sarayın detaylarına gelin hep birlikte göz atalım.

    Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethedip başkent ilan etmesinden sonra şehrin hem imar faaliyetleri çerçevesinde düzenlenmesi hem sanatla yoğrulması hem de tam anlamıyla bir yönetim merkezi haline getirilmesi gerekiyordu. Hemen işe koyulan padişah, etrafındaki çeşitli bölgelerde yaşayan bütün sanatkarları ve ilim adamlarını buraya toplayarak şehrin kültür seviyesini yükseltmeyi amaçladı. Bir yandan da medreseler, imarethaneler, şifahaneler ve camiler yaptırıyordu. Ayrıca Beyazıt mevkiinde Saray-ı Atik-i Hümayun (Eski Saray) denilen küçük bir saray da inşa ettirecekti.


    Fatih Sultan Mehmet'in 1480 yılında İtalyan ressam Gentile Bellini'ye yaptırdığı portresi

    İstanbul kısa süre içerisinde bilim, kültür ve sanatın odak noktası haline gelen medeni bir kente dönüştü. Ancak bununla yetinmeyen Fatih, çok daha büyük bir saraya ihtiyaç duyulduğunu düşünerek ustalarına emir verecek ve 1465’te 70 dönümlük bir arazi üzerinde yapımına başlanan Saray-ı Cedid-i Amire (Yeni Saray), 1478 yılında tamamlanarak Osmanlı Devleti’nin yeni yönetim merkezi haline gelecekti. Etrafına topların yerleştirildiği Toplu Kapı Köşkü’nün isminden dolayı da bir süre sonra buraya “Topkapı Sarayı” denmeye başlandı.

    Ayrıntılara değinecek olursak eğer saray teşkilatının genel hatlarıyla Enderun, Birun ve Harem ekseninde şekillendiğini söyleyebiliriz. Devamında birtakım oda, daire ve köşkler bulunur. Ana kapı olan Bab-ı Hümayun’un yanı sıra Babüsselam, Babüssaade ve beş adet hizmet kapısı vardır. Padişahın ailesinin yaşadığı Harem dairesi birinci avluda yer alır. Burası daha çok Kanuni Sultan Süleyman döneminde büyütülüp geliştirilmiştir.


    Harem

    Yine birinci avluya baktığımızda Bizans’tan kalan tek bina olan Aya İrini Kilisesi ile karşılaşırız. İkinci avlu ile haremi birleştiren bölümde ise divan toplantılarının yapıldığı Divan Odası bulunmaktadır. Fatih’ten itibaren padişahlar divana katılmayarak başkanlığı sadrazama bırakmışlar, toplantıyı yine bu odanın içerisinde yer alan demir parmaklıklı bir pencereden izlemeyi tercih etmişlerdir.


    Divan Odası

    Divan-ı Hümayun’un toplanacağı günlerde kapıcıbaşılar ve çavuşbaşılar devlet adamlarını, sadece padişahların atla geçebildiği Babüsselam kapısının önünde karşılardı. Yeniçeri ağası herkesten önce gelip burada vezirlerin teşrif etmesini bekler, hiyerarşiye göre küçükten büyüğe doğru her gelen vezir bir üstündekine saygı gösterisinde bulunarak selamlaşıp sohbet ederdi. Sabahın erken saatinde yapılan bu törenden sonra devlet adamları Divan Odası’na giderler, maiyetlerinde yer alan memurlar ise içeriye girmeyerek kapı dışında beklerlerdi. Burada bulunan avluda yılda dört kez ulufe töreni gerçekleştirilerek yeniçerilere maaş ödemesi yapılırdı. Tören fazlasıyla ihtişamlı olduğu için, olayı bir nevi güç gösterisine dönüştürebilmek adına yabancı elçi heyetleri de izleyici olarak davet edilirdi.

    Ayrıca divanın biraz ilerisinde Arz Odası bulunur, toplantıda alınan kararlar burada padişaha arz edilirdi. Arz Odası’nda görüşmeler başlayınca odanın içindeki ve dışındaki çeşmeler açılıp akan suyun çıkardığı tatlı şırıltılar sayesinde konuşmaların dışarıdan dinlenilmesini engellenirdi.


    Arz Odası

    Divanın yanında dönem silahlarının sergilendiği İç Hazine Odası, onun yanında da üçüncü avluya açılan Babüssaade kapısı vardır. Buraya cülus merasimleri ve bayram kabullerinde taht kurularak devlet erkanı, ulema ve ordu temsilcilerinin katıldığı biat, kabul ve tebrikleşme merasimi gerçekleştirilirdi.


    Fatih Sultan Mehmet'in Kılıcı

    Üçüncü avluda çok değerli mücevherlerin ve meşhur Kaşıkçı Elması’nın sergilendiği Hazine Dairesi yer alır. Dördüncü avluya geldiğimizde, Fatih’ten sonra tahta çıkan diğer padişahların ilave olarak yaptırdığı Bağdat, Revan ve Sofa Köşkleri çıkar karşımıza. Sarayda inşa edilen son köşk olarak bilinen Sultan Abdülmecid’in yaptırdığı Mecidiye Köşkü de yine bu mevkiide bulunur. Ayrıca bu köşklerin karşısında Yavuz Sultan Selim’in Mekke’den getirdiği kutsal emanetlerin sergilendiği daire yer alır.

    Sarayın dış surlarında ise Topkapı’nın en sanatlı birimi olarak kabul edilip Osmanlılar tarafından yazlık niyetiyle kullanılan Çinili Köşk (Sırça Saray) yer almaktadır. Bunun yanı sıra Topkapı; geniş bahçeleri, muhteşem manzarası ve gerektiğinde bir gün içerisinde on beş bin kişiye yemek çıkartabilecek kapasitede olan mutfaklarıyla ünlüdür.


    Çinili Köşk

    Fatih Sultan Mehmet’ten 31. padişah Abdülmecid’e kadar Osmanlı Devleti’nin yönetim merkezi olma görevini yürüten Topkapı Sarayı, 19. Yüzyılın ortalarında hanedanın Dolmabahçe Sarayı’na taşınması ile terk edildi. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ise 3 Nisan 1924 tarihinde müzeye dönüştürüldü. Günümüzde hala daha koleksiyonları, arşiv belgeleri ve mimarisi ile dünyanın en büyük saray-müzelerinden biri olarak kabul ediliyor.  

     

    Kaynak: 1, 2, 3
    Zeynep Tarım Ertuğ, “Topkapı Sarayı”
    İbrahim Sarıçam, Seyfettin Erşahin, İslam Medeniyeti Tarihi


    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.