Bilinmeyen Yönleriyle Ingmar Bergman

Bilinmeyen Yönleriyle Ingmar Bergman
  • 2
    0
    1
    0
  • "Yedinci Mühür" (1957), "Yaban Çilekleri" (1957), "Sessizlik" (1963), "Persona" (1966), "Çığlıklar ve Fısıltılar" (1972) ve "Fanny ve Alexander" (1982) gibi kültleşmiş filmleriyle bildiğimiz Ingmar Bergman, şüphesiz ki sinema tarihinin en büyük yönetmenlerinden biriydi. Filmlerinde genellikle karamsar yalnızlıklar, varoluşsal sorunlar, ölüm ve hayaletler ile kasvetli bir anlatım çizen İsveçli yönetmenin bu tarzının ve kadın-erkek karakterlerinin şekillenmesinde, kendi hayatının etkileri ise oldukça büyüktü. "Umarım asla dindar olacak kadar yaşlanmam." Papaz bir babaya sahip olmanın, inançları açısından Bergman'a ters etki yapması, sanırım kendisinin küçüklükten itibaren ailesi ile yaşadığı baskı dolu ve çileli ilişkisinin bir sonucu. Tıpkı Hitchcock gibi Bergman da ailesi tarafından, ilginç ve bir çocuk için oldukça korkunç olabilecek cezalandırma sistemlerine maruz kalmıştır. Evde kurallara uymadığında anne ve babası günlerce Bergman'la konuşmayıp onu yok sayarak tepki vermiş, altını ıslattığında ise onu tüm gün kırmızı bir etekle dolaşmak zorunda bırakmışlardır. Bazı zamanlar babası Bergman'a -pantolonunu indirip onu dövdükten sonra- günahlarının bağışlanması için elini öptürtmüştür. 19 yaşına geldiğinde babasıyla arasındaki bu durum Bergman için daha da çekilmez bir noktaya gelmiş ve gördüğü bu şiddete o da karşılık vermeye başlamıştır. Bunun sonucunda ikili yıllarca küs kalmıştır. Annesine karşı ise aynı anda hem derin bir sevgi hem de derin bir öfke duyan yönetmen, bu hislerini şöyle anlatmıştır: ”Dört yaşındaki yüreğim ona duyduğum köpeksi bağlılıkla tükeniyordu. Gene de ilişkimiz yalın değildi. Anneme aşırı bağlılığım onu rahatsız eder, sinirlendirirdi. Sevgi açlığım ve şiddetli patlamalarım onu kaygılandırırdı. Çoğu kez soğuk, alaycı sözcüklerle beni yanından uzaklaştırırdı. Öfke ve düş kırıklığı içinde ağlardım.” Çoğu filminde anne, baba ve çocuk ilişkilerini kendi ailesi üzerinden işleyen ve eleştiren yönetmen, çocukluğunun bu kötü izlerini her zaman sinemasına da taşımıştır. Ayrıca Bergman, annesine olan bağlılığının benzerini, hayatına giren kadınlarda da sürdürmüştür. Hayatı boyunca beş kez evlenmiş ve bu evliliklerinden toplam sekiz çocuk sahibi olmuştur. Ancak en popüler birlikteliği, birçok filminin yıldızı ve ilham perisi olan Liv Ullmann ile olmuş; Ullmann'a göre ise bu ilişkide kendisi, daha çok Bergman'ın anneliğini üstlenmiştir. Bergman, duygusal ve psikolojik açıdan Ullmann'a tıpkı annesine bağlandığı gibi bağlanmıştır. Sinemasında olduğu kadar günlük yaşamında da hayaletlere büyük bir önem veren Bergman, İsveç'teki evinde bir yargıç ve bir ayakkabı tamircisi olmak üzere iki hayaletin yaşadığına inanmıştır. Hatta onlara inanmakla kalmamış, çoğu kez hayaletleri gördüğünü -kendi annesinin hayaleti de dahil- ve onlarla konuştuğunu bile iddia etmiştir. Ruhların, yarım kalan işlerini tamamlamak için etrafta olduğunu söyleyen yönetmen her zaman, bir gün kendisinin de hayalete dönüşüp onlara katılacağını düşünmüştür. Usta yönetmen, hayatı boyunca eserleriyle dokuz kez Oscar'a aday olmuş ve "The Virgin Spring" (Kaynak), "Through a Glass Darkly" (Aynadaki Gibi) ve "Fanny ve Alexander" filmleriyle, üç ayrı kez En İyi Yabancı Film Oscarı'nı kazanmıştır. "Bazı filmlerimi izlerken sinirlerim bozuluyor, ağlayacak gibi oluyorum. Çok korkunç bir şey bu..." Sinemasının efsaneleşip Woody Allen gibi birçoğunun idolü haline gelmesine rağmen Ingmar Bergman, kendi filmlerini, onu yıprattığı ve canını sıktığı için hiçbir zaman izleyememiştir. Zaten filmlerinin ürkütücülüğü ve kasvetinin aksine kendisi, eğlenceli bir tarafı ve rafine zevkleri olan bir insandır. Son yıllarında ise İsviçre'nin Faro adasındaki evinde, özel gösterim odasına kapanarak "Jurassic Park" ve "Pulp Fiction" filmlerini; TV showlarından ise müdavimi olduğu "The Muppet Show" ve "Sex and the City"yi izlemek yönetmenin en keyif aldığı şeylerdir. "Sex and the City"deki kadınların hepsinin çok güzel ve ağızlarının da bozuk olması Bergman'ı oldukça eğlendirirken, dizinin neredeyse hiçbir bölümünü kaçırmamıştır. 30 Temmuz 2007'de, 89 yaşında aramızdan ayrılan Ingmar Bergman, umarız ki istediği gibi, hayalet olarak yarım kalan işlerini halletmek üzere hala aramızda dolaşıyor olsun. Olaylara karşı gösterdiği sıra dışı tavrını ölümünden sonra bile korumuş olan büyük yönetmenin "Evim ve eşyalarımın satılıp elde edilen gelirin çocuklarım arasında paylaştırılmasını istiyorum. Bu isteğime duygusal tepki gösterilmesini, tartışılmasını istemiyorum." vasiyeti sonucunda müzayedeye çıkan 339 parça eşyası, toplam 1 milyon 750 bin euro (18 milyon kron) elde edilerek satılmıştır. Müzayedede Bergman'ın hatıralarına sahip olmak isteyen hayranlarından (Woody Allen ve Francis Ford Coppola'nın da telefonla müzayedeye katıldığı söylentileri bulunmaktadır.) dolayı doğal olarak çok ilginç anlar yaşanmış, örneğin Bergman'ın sadece çöp sepeti 1000 euroya satılmıştır.   Kaynaklar: 1, 2,  3  R. Schnakenberg. Büyük Yönetmenlerin Gizli Hayatları. Domingo Yayınları: İstanbul, Eylül 2014.

    Yorumlar (1)
    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.