"Ben Az Önce Ne İzledim?" Dizi Tarihinin 4 Efsanesi

"Ben Az Önce Ne İzledim?" Dizi Tarihinin 4 Efsanesi
  • 0
    0
    0
    0
  • Bunu yazıyı bir tür "yeni dizi önerisi" gibi yazmak istemedik, çünkü birçoğunuz çoktan bu dizileri duymuştur, ama izlemeyenlere şiddetli bir öneri olduğu kesin. En az birini bitirdiyseniz de, aklınızdan az önce neye şahit olduğunuz farkındalığı geçmiştir. Birçokları tarafından "Üst klasman diziler" olarak adlandırılan bu yapımların klasik ortak özelliği, izleyeni kendi dünyasına çekmek ve bittiğinde inanılmaz bir boşluğa düşürmek elbette. Fakat bu hemen ilk bölümden olmayabiliyor. Bazısında iki sezon bile bekleyebiliyorsunuz; karakterleri enine boyuna tanıyabilmek ve o dünyaya dalıvermek için. Üzerilerinden amaçlanan daima yeni karakterler getirerek onları öldürmek ve her bölümde bir sonraki bölüm için heyecan uyandırmak olmayan yapımlar, bu konuştuklarımız. Bu yüzden, bu dizilere başlayıp ilk sezondan sonra izlemeyen birçok insan var aslında çevremizde. Bunu herkes yaşayabilir elbette, asıl mesele biraz zaman vermek olsa gerek. İzleyenlerine bir hayatı ya da hayatları olduğu gibi yansıtırken acele etmekten her zaman kaçınıp, konuyu ve ana fikri geniş bir zamana yayarak ele alıyorlar. Daha belirgin özellikleri ise, içlerinde nispeten "tanınmayan" oyuncuların sergiledikleri inanılmaz oyunculuklar barındırmaları ve bunun getirdiği gerçekçilik unsuru. Hepsinin HBO'nun elinden çıkması da tesadüf değil galiba. Şimdi sıralama gözetmeden seçtiğimiz bu dizileri ve kısaca konularını ele alalım. Önerimiz ayrım yapmadan herhangi birinden başlamanız tabii ki, tercih sizin. The Oz Değişime uğrayan herkes, komünistken kapitalist olan veya alkolikken "Yeşilaycı" olan, eski inançlarını kötüler. Çünkü onların işine yaramadıysa kimsenin işine yaramamalıdır. Bakış açısı daralır, ışıktan kör olur. Hindu da olsa, Adsız Alkoliklere de katılsa bir fanatiğe dönüşür. Bana sorarsanız dünyanın içine sıçanlar fanatiklerdir. Fanatikler, Tanrı'nın kendi saflarında olduğuna inanırlar. Ya geri kalan bizler? Bizim ilahi ışığa ihtiyacımız yok. Bize gereken, gecenin karanlığında tuvalete giderken ayağımızı çarpmamıza engel olacak kadar bir ışık. Bir hapishane dizisi The Oz. Hapishanenin adının kısaltması ve mahkumlar arasındaki ismi "Oz" yani Oswald Maximum Security Penitentiary. Bu hapishanede, çeşitli suçlardan hüküm giyen birçok suçlu ve suçluların bir bakıma "hayatta kalabilmek" adına dahil olmalarının neredeyse zorunlu olduğu gruplar var. Çoğunlukla etnik kökene dayalı bu gruplar (Naziler, siyahiler, Sicilyalılar, İrlandalılar, Müslümanlar gibi) arasındaki soğuk ve sıcak çatışmaları konu alan bu diziyi, yaşı yetenler çoğunlukla Cine 5'te yayınlandığı zamanlardan hatırlar. Dizinin ana karakteri diyebileceğimiz Augustus Hill de diğerleri gibi Oz'daki bir mahkumdur fakat o aynı zamanda bir anlatıcıdır. Dizi, Augustus'un monolog sahneleri ve Oz'da devam eden olaylar olarak iki ayrı düzlemde devam eder. Belden aşağısı tutmayan Hill, dizi devam ederken aralarda kamera karşısına çıkar ve tekerlekli sandalyesinden kameraya, yani bizlere, hem Oz'daki hayatın gerçek hayattan ne kadar farklı olduğunu anlatır, hem de inanılmaz aforizmalarla başlı başına bir felsefeyi işler. 1997-2003 yılları arasında devam eden 6 sezonluk dizide, ortalama 55 dakika olan 56 bölüm bulunuyor. IMDb: 8,8 Six Feet Under Daha önce en sevdiğimiz 21 alıntısını da içerik olarak sunduğumuz bu dizide, hayat kavramı belki de işlenmesi gereken tek noktadan hareketle işleniyor: Ölüm. Hal böyle olunca dizinin yaratıcısı Alan Ball, başroldeki Fisher ailesine meslek olarak bir cenaze evi işletmeyi uygun bulmuş. Bu aile mesleği şunu içeriyor: Yakınlarını kaybeden insanlara ücret karşılığında, yüzlerinin son defa güzel göründüğü açık bir mezar ve güzel bir tören ayarlamak. Dolayısıyla her bölüm başında yeni bir ölümle karşılaşıyoruz ve hayatın bu en büyük gerçeğinden asla kopamıyoruz. Tıpkı diğerleri gibi, bu dizide de hiç kimse tam olarak iyi ya da kötü değil, böyle gösterilmek zorunda da değil. Bunun tercihi tamamen sizde. Konusuna derinleme girmek size haksızlık olacak, susuyoruz. Tam anlamıyla eşsiz bir yapım. Diğer yandan yine birçoklarına göre Six Feet Under, dizi tarihinin en güzel final sahnesine sahip. Bakalım size göre de öyle olacak mı? IMDb: 8,7 The Wire "Come at the king, you best not miss." Bu diziye hızını alamayıp "Galaksinin en iyi dizisi" diyenler var, evet. Biz yine de en iyilerinden biri diyelim. Adından da anlaşıldığı üzere Wire; bir suç ağını ve buna entegre olmuş gerçek hayatları, bunları gözetleyen ve dinleyen gerçek polisleri, onların da üstlerini ve onları yargılayan gerçek kesimi; kısacası Baltimore kentinde, suçun ucunun dokunduğu hayatları hırslarıyla ve istekleriyle birlikte, ağızları açık bırakan bir gerçeklikle ele alıyor. Bu dizi gerçeğe susamışlar için. Period! "Gerçekten Amerikan şehriyle, bir arada nasıl yaşadığımızla ilgili. Kurumların bizi bağımsız bireyler olarak nasıl etkilediğiyle ilgili ve ister polis, ister yükleme işçisi, ister uyuşturucu satıcısı, ister politikacı, yargıç ya da avukat, en sonunda riske girerek bağlı olduğunuz kurumla mücadele etmeniz gerektiğine ilişkin." IMDb: 9,4 The Sopranos En sona onu bıraktık, çünkü malesef objektif olamadık. Sayısız ödül almış ve bir dönemi darmadağın etmiş Sopranos, bize göre "mükemmel dizi"nin tanımıydı çünkü. Başlı başına bir içerik sebebi bizim için, umuyoruz o da gelir. "Aileleşmiş mafya" ya da "gangsterlik" kavramlarına aşina olmanız açısından, örneğin The Godfather filmini hepiniz izlemişsinizdir. En azından ilkini. Bu dizide de bir suç ailesi karşımızda. Ama nasıl? Bütün gereksiz romantizmden sıyrılarak, babanızın mafya babası olması kadar gerçek bir biçimde karşınızda. Yıllardır "amca" dediğiniz insanlarla aranızda hiçbir kan bağı olmamasına rağmen, neden isimlerinin önüne "amca" getirdiğinizi farkettiğiniz o an kadar. Hatta Sopranos, gerçek hayattaki "wise guy"lara öyle gerçekçi gelmiş olacak ki, bir ara içeride diziye bilgi sızdıran bir köstebeğin olduğunu bile düşünmüşler. Çünkü bu aile birbirine kan bağından da öte bağlıdır. Aileyi satan, ölür. 2013 yılında aramızdan ayrılan efsanevi aktör James Gandolfini'nin hayat verdiği Tony Soprano karakteri, New Jersey'de karısı ve çocuklarıyla yaşayan İtalyan-Amerikan bir mafya üyesidir. Yaşadığı hayata bir tür direnç göstermesinden ya da genlerinden olacak ki, devamlı bayılmaya başlar ve bir psikiyatristle görüşmeye karar verir. Artık yalanlarıyla gerçekleriyle, içini açabildiği birisi ve gizli bir aktivitesi vardır. Fakat "aile" bunu bilmemelidir. Yakışır mı? Genel olarak bir dram diyebileceğimiz Sopranos'ta gülmekten kırıldığınız anların arasından hep şunu bilirsiniz; bu hayatların onca maddi imkan arasında geldikleri noktaya bakılırsa, bir noktada bir eleştiridir bu dizi. Acaba böyle bir hayat ister miydiniz? Bazen evet, bazen hayır. Çünkü kimin ve neyin kötü olduğunu söylemek size bırakılmıştır. Final sahnesini hala çoğu kişi anlamamış ve sahne hakkında onlarca teori ortaya atılmış. Son kez subjektif bir yorum yaparsak, bize göre en iyi final sahnesi de yine Sopranos'a aitti. IMDb: 9,2

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.