Beirut'un Şaheseri: Gulag Orkestar

Beirut'un Şaheseri: Gulag Orkestar
  • 0
    0
    0
    0
  • Balkanlardan gelen küçük sevimli bir kız çocuğu, buruk bir tebessüm ve mutlulukla harmanlanmış gözyaşları... ABD'li indie-rock/folk grubu Beirut'tan bahsediyoruz. Grubun kurucusu Zachary Francis Condon'ın solo projesi olmaktan çıkmış, her kültürden bir şeyler bulabileceğimiz bir grup haline gelmiş Beirut. Zach'i etkileyen, ona Avrupai Balkan tarzını benimseten Lou Reed'in Berlin 33'lüğü olmuş ve bu dahi çocuk 19 yaşındayken elinde ukulelesiyle "Gulag Orkestar" gibi bir başyapıta imza atmış. Gulag Orkestar belki de milenyumun en başarılı albümü. Balkan müziği denilince akla salt mutluluk gelmemeli, içinde naif bir hüzün bulundurmalı. Bunun en başarılı örneği de bu albüm. 2006 çıkışlı albümün adını taşıyan ilk parça adeta bir ağıt, cenaze marşı niteliğinde. Hatta "adeta" demek bile fazla bu parça için. Hüznün diğer adı, 4 dakika 40 saniye süren... 1.23'ten itibaren kulaklarımız derin bir acıyla tanışıyor ve 30 saniye sonra Zach'in haykırışlarıyla ağlama isteğimiz körükleniyor ve bir anlığına o haykırışlara sığınıp, rahatlıyoruz. Bu buruk his bu parçayı çok özel kılıyor. Ardından ikinci parça Pranzlauerberg bizi sakinliğe davet ediyor. Gulag Orkestar'daki acıyı iyileştiren bir parça bu. Saksafonun iyileştirici etkisiyle tanışıyoruz. Şarkının melodisi o kadar sıcak ki Zach'in bu parçada mırıldandığını, aslında şarkıyı söylemediğini fark edemiyoruz bile. Bunun yanıltıcı bir etkisi olduğunu da söyleyelim. Aşağıdaki videoda Pranzlauerberg'den görüntü ve videolarla şarkının uyumuna tanıklık edebilirsiniz. Pranzlauberg'in bu hoş etkisi bitiyor ve Almanya'ya yol alıyoruz. Albümün üçüncü parçası Brandenburg bizi selamlıyor. Brandenburg bir isyanın şarkısı. Hüzünlüyken hüznünüzü arttıran fakat bir yanı da var ki umut aşılayan."And some days we're all alone, on the banks of the rhine" kısmına eşlik ederken o umut her yanınızı sarıyor, kuşatıyor sizi. Beirut'un neredeyse tüm parçalarında görülen hüzün ve mutluluk karmaşasını bu parçada çok daha net hissediyorsunuz. Zach Condon'ın Avrupa seyahatleri esnasında Almanya'da bulunması albümü şekillendirmiş bunu da fark ediyoruz. Almanya'dan ayrılıp Akdeniz'in sımsıcacık havasına giriyoruz aniden. Neredeyiz? İtalya. Postcards From Italy'de duraklıyoruz. Belki de albümün en keyifli şarkısı. Sarhoşmuş gibi nedensiz gülücükler yerleşiyor yüzünüze. Mutluyken mutluluktan gözlerinizi dolduran, hüzünlüyken elinizden tutup sizle dans eden bir parça. O kadar keyifli ki... Özellikle 2.50'den sonra yaşam enerjiniz tüm hücrelerinize yayılıyor, parçanın sonlarına doğru tüm yaşanmışlıklarınıza acısıyla tatlısıyla gülüyorsunuz. Bu tatlı İtalya durağından sonra bizi akordiyonlarla karşılıyor Mount Wroclai, nam-ı diğer Idle Days. Girişteki akordiyon etkisiyle şarkının büyüsüne ve havasına kolayca kapılıyorsunuz. Gözlerinizi kapatıp Zach Condon'ın muhteşem vokaline eşlik ettiğinizde tam olarak şarkının tadını alıyorsunuz. Gruba adını veren şehrimiz Beyrut'taki Wroclai tepesine ithaf ediliyor bu parça ve sanıyoruz bu sebeptendir ki dağlarda koşma isteği yaratıyor şarkı. Rhineland, 6. parçamız. Eski günlere götüren, uzun yolculukların arkadaşı. Hiçbir kategoriye girmeyen, kekremsi bir tat bırakan albümün nadide parçası. Trompete kulak verdiğinizde, şarkıyı mırıldandığınızda hem umutsuzluğa, hem de garip bir mutluluğa sürüklüyor. "I would have no where to go, no but there's nowhere to go, to go" dizelerinde alıp götüren, buz gibi havada koşarmışçasına sarsan şarkı Rhineland. Scenic World ise albümdeki diğer parçalara nazaran daha kısa ve daha şirin, çocuksu bir parça. Bu parçada bilgisayar oyunundaymış gibi hissetmeniz olası ya da "Nokia 3310" günlerine dönüş yapmanız. 3310 tuş sesleriyle bir girizgah oluşturulmuş gibi bir his var gibi ama bilemiyoruz. Slovakya'ya uzanıyoruz, Bratislava'ya. Zach Condon'ın ne söylediğini tam anlayamadığımız, kuzeyden gelen bir parça. Albümdeki 4 parça, After the Curtain, The Bunker, The Canals of Our City ve My Family's Role In The World Revolution, diğer parçalara kıyasla daha geri planda kalmış diyebiliriz. My Family's Role In The World,  Scenic World'le beraber albümün en kısa parçalarını oluşturuyor. My Family's Role in the World Revolution 2 dakikalık enstürmantal kulak ziyafeti yaşatıyor. Gelelim albümün en popüler şarkısına; Elephant Gun. Elephant Gun'ın Beirut'un tanınmasındaki etkisi yadsınamaz bir gerçek. Melodisiyle, klibindeki rengarenk dünyasıyla, insanın aşka olan inancını arttırmasıyla, umut aşılamasıyla, içinizdeki küçük çocuğu dans ettirilmesiyle kısacası bütünüyle etkileyen, sıcacık bir parça. İnsanın içine kolayca işliyor ve hissettiğinizle örtüşen detaylar yakalayabiliyorsunuz. Elephant Gun'ın ününe karşın o kadar bilinmeyen, kendini saklayan bir parça var Gulag Orkestar'da: Carousels. Albümün son şarkısı. İnsanı tüm çıplaklığıyla gösteren, kendisiyle savaşına bir feryat gibi. Kendinizle başbaşa kaldığınızda gözünüzden düşen bir damla yaş Carousels. Gözden kaçan bu parça, çok ama çok değerli, hisli. Hep bizle, içimizle kalması dileğiyle... Aşağıdaki listeyle hem yazımıza eşlik edip hem de uzun bir Avrupa yolculuğuna çıkabilirsiniz:

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.