Batı Edebiyatının Edebi Akımları - III: Realizm

Batı Edebiyatının Edebi Akımları - III: Realizm
  • 0
    0
    0
    0
  • 19. yüzyılın ortalarında, artık romantizmin abartılı duygusal ve dramatik temalarına dayanamayan insanlar tarafından ortaya çıkarılmış, gerçek hayatı bütün canlılığıyla, detaylandırarak, hayalden uzak bir şekilde anlatan bir akımdır. Sanatçılar çevrelerinde gördüklerini ve yaşadıklarını tam olarak gördükleri gibi resmetmiş ve kendi duygu, düşüncelerini tuvale dökmedikleri eserler ortaya çıkarmışlardır. Yorum yoktur yani onların eserlerinde. Fransız ressam Gustave Courbet için realizmin öncüsüdür diyebiliriz çünkü o geleneksel resimlerin klasik stillerini reddetmiş ve önünde ne varsa onu resmetmekle işe başlamıştır. Eserleri işçi sınıfın yaşamlarını, köylü halkın sosyal problemlerini anlattığı aynı zamanda onları resmedişi duygu yüklü olmadığı için tartışmalı bir ressamdır aslında. The Stonebreakers işçilerin çalıştığı bir günü temsil eden önemli bir eseridir. Jean François Millet, manzara resimlerini çizen bir grubu temsil eden Barbizon ekolünü kurmuş, önemli bir Fransız realist ressamdır. İlk başlarda mitolojik ögeler ve portreler resmeden artist sonradan Gustave Courbet gibi daha gerçekçi olaylara yönelmiş ve halkın günlük yaşamını resmetmeye başlamıştır. En ünlü eseri The Angelus olarak bilinen ve bir çift köylünün iş arası dua ettikleri bir günden alınmış ve çevrelerinin gerçekçi ögelerle çizildiği basit bir tarzla yapılmış resmidir. Fransa’da ortaya çıkan bu akım İngiliz ve Rus ressamları da büyük bir etki altına almıştır. İnsanın sadece gördüğüne inanması şeklinde söylenebilecek pozitivizm felsefesini Auguste Comte da bu dönemlerde ortaya atmıştır. O dönemde bu görüş çok tutulmuş ve bilim alanında da doğruluğu savunulmuştur böylece pozitivizm edebiyat alanına etkisini realizm olarak göstermiştir. İlk ve en önemli örneklerinden birini Gustave Flaubert'in, romantizmin idealist yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkardığı realist bir roman olan Madam Bovary'nin ilk kez 1857 yılında basılmasıyla görürüz. Romantizmde kullanılan o süslü cümleler artık yerini daha düz, basit, sade bir hale bırakmıştır. Bu tür romanları okurken karakterin o an yaptığı eylemlerle romanın sonunda neler yaşayacağının habercisi olan birçok cümle görebiliriz ve karakterler özel bir amacı insanlara göstermeye çalışabilir tıpkı Daniel Defoe’nun Robinson Crusoe’su gibi. Eğer realist bir roman okuduysanız bilirsiniz ki; karakterler davranışlarıyla, duygularıyla, giydikleriyle, konuştuklarıyla kısacası her şeyleriyle gerçek dünyanın insanıdır. Gündelik hayatı yansıttıkları için yavaş bir şekilde ilerleyen bu tür romanlar tamamen gerçekliğe odaklanırlar. Detaylar bu akımın yazarları için önemli bir yere sahiptir çünkü detayları birleştirerek gerçek bir bütün elde etmeyi ve insanlara dünyanın gerçek yüzünü göstermeyi amaçlamışlardır. Asıl hayatla ilgilenmelerinin sebebi ise aslında o dönemdeki zengin halkın alt ya da orta sınıf insanların hayatlarıyla ilgilenmemelidir. İnsanların ne zorluklarla yaşamaya çalıştıklarını, neler yaptıklarını, nasıl çalıştıklarını bazen memnun olmayacağımız şekilde gözler önüne serip farkındalık yaratmak istemişlerdir ve başarmışlardır da. Sanatın hakikati yansıtması gerektiğini savunan realistler, günlük yaşama ilişkin mevzuları oyun metinlerinde daha çok kullanmak istemiş, egemen sınıfın ahlak anlayışına, görünüşe verdiği değere karşı çıkmış, toplumsal düzenin işleyişini eleştirel bir bakış açışı getirmek isteyerek oyun metinleri yazmışlardır. Bilimin başarısına ayak uydurmanın gerekli olduğunu savunan gerçekçi tiyatro savunucuları, oyunculukta da bilimsel yöntemlerden faydalanmışlardır. François Delsarte’nün yazdığı Delsarte Sistemi adıyla bilinen eseri, tiyatroya beden ve ses kullanımı ile ilgili belli kurallar getirmiştir. Dekor ve kostümde de etkisi olan bu akım, gerçek hayatla olan doğruluğa çok önem vermiştir. Şairin duygularını gizleyerek doğa manzara ya da felsefi düşüncelerini anlattığı zaman realizmi şiirde de görmüş oluruz. Romantizmden farklı olarak doğayı manzarayı anlatsa da işin içinde yazarın kendi duygu ve düşünceleri hiçbir şekilde yoktur. Gördüğünü gördüğü gibi, olayları olduğu gibi anlatır. Şiirdeki realizmin bir başka adı parnasizmdir ve bu türde tasvirler oldukça canlı ve detaylıdır. Realist romanlardaki toplumsal problemlerin aksine bu tür şiirlerde dış görünüşe, doğallığa, gözlem ve tasvire önem verilmiş, tarihi olaylar, kişiler, kültürler şiire konu edilmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısında romantizme tepki olarak doğan bu akım kendisini en çok roman alanında göstermiş ve kanıtlamıştır.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.