Aşkın En Güzel Eleştirisi: Köprü Üstü Aşıkları

Aşkın En Güzel Eleştirisi: Köprü Üstü Aşıkları
  • 2
    0
    0
    0
  • Çağdaş Fransız sinemasının önemli yönetmenlerinden Leos Carax'ın, 1991 yapımı dram/romantik türündeki bağımsız filmi Les Amants du Pont-Neuf (Köprü Üstü Aşıkları), yönetmenin "Alex Üçlemesi" olarak da bilinen serisinin, "Boy Meets Girl" ve "Mauvais Sang"tan sonra gelen üçüncü filmi. Birbirleriyle konu olarak bir ilişkisi bulunmayan bu serinin tek ortak noktası ise Carax'ın bir çok filminin baş rolü olan Denis Lavant'ın, üç filmde de Alex isimli bir karakter canlandırıyor olması. Öncelikle filmin konusunu özetleyelim. Les Amants du Pont-Neuf, restorasyon amacıyla kapalı olan Neuf köprüsünde hayatları kesişen iki sanatçının hikayesini anlatıyor. Michéle (Juliette Binoche), aşık olduğu adamdan yeni ayrılmış ve nadir görülen bir hastalık sonucu zamanla gözlerini kaybedecek olan bir ressamdır. Yaşadığı bu duygusal enkazdan çıkmanın yolunu, yanına sadece boyalarını, resimlerini ve kedisini alarak çıktığı sokaklarda arar. Yine sokaklarda olduğu bir gece, uyumak için Neuf köprüsüne gelir. Burada, her ikisi de evsiz olan Alex (Denis Lavant) ve Hans (Klaus-Michael Grüber) ile karşılaşır. Alex, bir sokak göstericisidir ve Michéle'i ilk gördüğü anda ondan etkilenir. Yaşlı ve huysuz olan Hans, şehrin çeşitli yerlerinde görev yapmış eski bir bekçidir ve Michéle'in kendisine eski eşini hatırlatması yüzünden onun köprüde kalmasını istemez, hatta birçok kez Michéle'i kovar. Ancak, Michéle'e yavaş yavaş aşık olan ve aşkına karşılık bulan Alex, Hans'ı ikna eder ve köprüde üçü birlikte yaşamaya başlarlar. "Birini seviyorsan, yarın ona şöyle de; "Gökyüzü bembeyaz.". Eğer o bensem şöyle cevap veririm; "Ama bulutlar kapkara.". Böylece birbirimizi sevdiğimizi anlarız." Seyircinin alışık olduğu o yumuşak Fransız aşk filmlerini adeta alaşağı eden Les Amants du Pont-Neuf, hikayesinde şehrin yıkık dökük izbeliği içerisinde aşkın en aşırı, huzursuz edici ve bencil taraflarını bize gösteriyor. Çünkü, aslında Alex ve Michéle birbirlerini hiç tanımayan, dünyaya farklı pencerelerden bakan iki insan. Michéle, görme duyusunu giderek kaybetmesine rağmen, Alex ile birlikte hayatı kucaklamak istiyor ve içten içe sokaktan kurtulup güzel, düzenli bir yaşam arzusu çekiyor. Alex ise Michéle'e karşı duyduğu saplantı derecesindeki aşktan dolayı, belki de daha iyi bir hayata sahip olurlarsa terk edileceği korkusu ile ona, kafesteki bir kuşmuş gibi davranıyor. Özellikle bu konuda sınırlarının olmadığını gördüğümüz Alex, Michéle'e sahip olmak için onun hayatını mahvetmeyi bile göze alıyor. Yönetmen, Alex ile insanın aşkta ne kadar bencil ve tehlikeli olabildiğini izleyicisine çok güzel anlatıyor. "Bana kimse unutmayı öğretemez." Bu sırada, aşkın Michéle cephesinde ise durumların biraz daha farklı olduğunu görüyoruz. Film, çoğu seyirci için genelinde muhteşem bir aşkı anlatıyormuş gibi algılansa da açıkçası ben buna pek katılmıyorum. Michéle, bana kalırsa film boyunca kesinlikle Alex'e gerçekten aşık bir kadın çizgisi çizmiyor. Filmin finali dahil olmak üzere izlerken sürekli, Michéle'in Alex'i ne zaman terk edeceği konusunda düşünmeden edemiyorsunuz. İlişkide daima dürüstlükten kaçan Michéle, seyirciye de daha çok aşkın yalanlarla örülen güvensiz yüzünü gösteriyor. Ayrıca ben, Michéle'in Alex'e olan sevgisinde de biraz bencillik görüyorum. Hayatının kör olarak geçireceğini düşündüğü kısımlarında yalnız kalmamak için, kendisine çok aşık olduğunu bildiği Alex'in yanında kalmayı seçiyor. Fakat Alex'in ve yaşadıkları hayatın kendisine uygun olmadığını da biliyor. Bu sebeplerden dolayı da izlediğimiz aşk hikayesinin aslında muhteşem bir aşkı anlatmaktan ziyade, ona birçok yönden getirilen farklı bir eleştiri olduğunu ve yönetmenin tercih ettiği bu yaklaşımın da, türleri içerisinde filmi daha değerli hale getirdiğini düşünüyorum. Tüm bunların yanında Les Amants du Pont-Neuf, mülkiyetsizliğin getirdiği özgürlük hissini de başarıyla seyircisine aktarıyor. Özellikle Alex ve Michéle'in, Fransız Devriminin 200. yıl dönümü kutlamaları sırasında köprüde çılgınca dans ettiği sahneler ve sonrası, harika bir estetikle birlikle bu hissi tamamen yansıtıyor. Filmin en etkileyici yeri olduğunu düşündüğüm bu sahneler, genel anlamda yavaş akan filmi renklendirip görselliği güçlendiriyor. Son olarak filmin finali ilgili konuşursak, en azından benim beklentimi karşılamadığını söyleyebilirim. Çünkü final, hem karakterlerin film boyunca gösterdiği birçok tavrı çözümlemeyerek aceleyle bitirilmiş hissi veriyor -ve evet filmin 2 saat olmasına rağmen- hem de bir romantik/dram için fazla klişe kalıyor. Bu açıdan Les Amants du Pont-Neuf, bana kalırsa bir aşk filmi olarak genelinde yakaladığı o eleştirel ve sıra dışı havasını maalesef taşıyamayan bir final ile seyircisine veda ediyor.

    Yorumlar (0)

    Bu gönderi için henüz bir yorum yapılmamış.

    Yorum Bırakın

    Yorum yapmak için üye girişi yapmalısınız. Üye girişi yapmak için buraya tıklayınız.